“Helikopter anne-babalar” ifadesi ile ilk kez üniversitede karşılaşmıştım. Ders, “Çocuk Gelişimi”, konu “Çocuğun Özgüven Mekanizmasına Nasıl Saldırılır?”…
Haliyle anlamamıştım. Anne-baba kavramları, ders içinde geçen çoğu cümlenin özneleriydi de helikopter? Meğer ABD’de çocuklarının anaokulundan, üniversiteye ve hatta mezun olduktan sonraki iş görüşmelerine kadar refakat eden anne babalara verilen unvanmış(!).
Bu anne-babalar, çocuklarının başında birer helikopter gibi dolanıp, su içme zamanını, kaç saattir tuvalete gitmediğini hatırlatan, ilk sınav ortalamasının ikinci sınavda nasıl yükseltileceğini hesaplayan, çocuğunun yatağını toplayan, çorabını giydiren anne-babalar… Bir insan kaynakları uzmanı bu anne-baba davranışlarını çocuğun özgüvenine tecavüz olarak tanımlamış. Her ne kadar kulağa hoş gelmese de özü bu maalesef. Özellikle belli entelektüel seviyeye ulaşmış anne-babaların, sırf anne-baba sıfatlarını taşımak adına çocuklarını dünyaya getirdiklerine inanmak istemiyorum.
Bir çocuğun dünyaya gelmesine vesile olup, ayakta durabilmesine, sorun çözebilmesine, kriz durumlarında çözüm odaklı olabilmesine rehberlik etmekle; çocuğun temel ihtiyaçlarından duygusal ihtiyaçlarına kadar her türlü ihtiyacını karşılamaya yönelik bir yaşam şeklini benimsemek hem kendini tüketmek, hem de topluma bir özne yerine nesne kazandırmak (katmak) anlamına gelir.
Her çocuk görev ve sorumluluklarını yerine getirmemesi nedeniyle mahrumiyeti de emek vermenin kutsallığıyla elde etmenin kıymetini de yaşayarak öğrenmelidir.
Hiçbir emekte bulunmadan önüne konan her türlü nesne çocuk için tüketilmesi farz olan nesnedir. Aynı şey ona koşulsuz sunulan duygular için de geçerlidir.
Yazar: İlkay İncesu Çakmak